31.07.2010

zeytin ağacı

Tüm zırhlarını, silahlarını almış bekliyor hayat.
Neye, kime güvensin bilmiyor kuşlar. Zehirli çıkabiliyor zira bir avuç içi yem.
Çocukken dikilen fidanlar boy vermeden kesilmiş ve gökyüzü masallarda anlatıldığı gibi mavi değil, gri..

Seninle zeytin ağaçlarıyla dolu bir tarlaya gitsek diyorum. İri, yeşil zeytinleri toplasak sepetlerimize. Yaprakların arasından sızan güneş ışıklarından sakınsak gözlerimizi ve örümcek ağlarına zarar vermeden uzansak dallara.. En yaşlı ağacı kendimize seçip sahiplensek. Hayat bizi kırdığında gidip ağlasak o ağacın yaşlı gölgesinde..

Uydurduğum küçük hikayelere sıçrayan gözyaşları kadar sarhoş umutlarım.
Aslında ne üzgün nede kırgınım.. İnsan bilmediklerinden daha çok korkarmış diyorlar ben bildiklerimle karşılaşmaktan korkuyorum. Masumiyet zararlı bir meziyet artık biliyorum. Borçlu değil alacaklı çekiniyor artık istemekten ve haklı olan korkuyor haksızın gözlerine bakmaktan. İnsanın suçlu olası geliyor kaldırımlarda sakince yürürken.

Boşver diyorum biz bir zeytin tarlasına gidelim. Mevsim kış olsun ve çamura batsın ayakkabılarımız. Burunlarımızın ucu kızarsın soğuktan ve yere dökülen siyah zeytinleri toplayalım sepetlerimize. Zaman zaman yağmur çiselesin avuçlarımıza, şakalaşıp gülümseyelim ve gökkuşağını görebilecek kadar şanslı olalım o gün. Bu kez mutluluktan koşalım yaşlı ağacımıza. Yanında sarılıp ağlayalım..

Çoktan küstüm aslında ona haberi bile yok. Hayat bu, hangi birimizle uğraşacak!?
Kaç kişiye bölünebilir insan anlatmaya çabalarken? Yada anlatarak ne kadar birleşir parçalar? Anlatmak doğru mu yeteri kadar? Peki susan birini kim anlar?
Hey!

Orda mısın sol omzumdaki güzel melek?
Yazma artık biraz bana yardım et..

Hiç yorum yok: