14.06.2014

Yöntem değiştirmek

Ah evet sorunlar.. Hani Çin işkencesi mantığı vardır ya iste beni en cok o kivamdaki olaylar bitiriyor. Ufak bi mimik, olmadık zamanda duydugum bir cümle oyle buyuk sarsıyor ki günlerce düşünüp duruyorum. Ama bir kac gündür savuşturma olayı kafama yatmaya başladı. Oldugu gibi almak, üstünde düşünmemek şu sıralar en cok yapmaya çalıştığım sey. Yan anlamlar aramadan, imaları görmezden gelerek daha mutlu ve huzurlu olacağıma inanıyorum. Kendim icin zor bir yöntem secmiş olsam da yıpranmamak adına denemeye değer..

12.06.2014

Ben, tasarım ve zihin hakkında.. veya hiçbirşeyle ilgili..

  •           Eskiden daha çok yazardım. Daha çok okurdum. Bir kaç gün önce izlediğim bir film bana eski günleri hatırlattı. Sevdiğim şeylerden uzaklaştığımı zaman ayırmadığımı farkettim. Elbette bunların başında yazmak geliyor. Bilmiyorum belki edebi bir değeri yok ama eski yazılarımı okuduğumda saçmalıklarım hoşuma gidiyor ve artık o duygu yoğunluğunu yakalayamadığımı görünce biraz içim buruluyor. Sanırım mutlu insan yazamaz cümlesine iyi bir örnek oldum. Aşktan yana şanslı olanlardan olduğuma seviniyorum elbette ama bunu pozitife çevirme konusunda yeteneksiz olabilirim. Belki de mesleki deformasyona uğramışımdır. Çunku eskiden bilgisayarımı defterimi kalemimi özlerdim. Eve koşarak gelip o melankolik müzikleri açardım. Sırf havaya girip birşeyler yazabilmek için. Şimdilerde hep bilgisayar başında olduğumdan olsa gerek hemen kapatıp kaçma hissine kapılıyorum gün bitince.. Herneyse bu beyin fırtınamı sizinle paylaşmasam da olabilirdi belki. Gerçi kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Uzun zamandır blogla ilgilenmiyorum takipçilerim beni çoktan unutmuştur. Yıllardır yazmayarak unutulmayı hakettim biliyorum. Hala lafı uzatıyor olmam sanırım bana Harun'dan bulaştı. Kısacık şeyi bile tüm detaylarıyla öyle bir anlatır ki kısa metrajlı bir film bile çektirebilir insana. Bazen dinlerken boğulacak gibi hissetsem de nazik biri olduğum için sözünü kesmem. Bilmiyorum bazen kestiğim de oluyor sanırım ama neyse ki konu şuan bu değil :) Bu arada Harun sık görüştüğümüz yakın bir arkadaşımız. Şu sıralar Avusturalya'ya gidip kangurularla selfie çekme planları yapıyor ama bana kalırsa gidemeyecek. Başbakan gibi suni gündem yaratıyor yine :) Bunları okusa biraz güler sonra belki trip atabilirdi emin değilim. Neyse.. 
  •        
  •       Yazıya başlarken aklımda mesleğimden bahsetmek vardı. Tasarımdan, reklamdan.. Bazen düşününce dünyadaki pek çok insandan daha çok yalancı olduğumu düşünüyorum. Mükemmel cümleler, harika renklerle çoğu zaman gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan mekanları, yiyecekleri, mobilyaları yada tüketiciye ulaşabilecek aklınza gelen herhangi bir ürünü allayıp pullayıp sahneye çıkarıyorum. Enfes bir kahvaltı.. Muhteşem deniz manazarası.. Kusursuz detaylarıyla sizi saracak o mükemmel elbise.. Aslında hepsi hayal ürünü cümlelerden ve photoshopla kontrastı arttırılmış fotoğraflardan başka birşey değil. Nasıl olmasın ki henüz temeli bile atılmamış bir binayı bile hazırladığımız görseller ve süslemelerle milyarlara sattırabiliyoruz biz.. Hem tuhaf hem eğlenceli hem de yorucu ki bu kaçınılmaz. Çünkü beyinle yapılan her iş bedenle yapılan diğer tüm işlerden çok daha yorucudur diye düşünüyorum. Beyin merkez noktamız olduğu için. Bu cümleme Deniz itiraz edebilir büyük ihtimalle. Çünkü o inşaatta demir bağlama işiyle uğraşıyor. Her zaman ağır ve zahmetli bir iş olduğunu söyler. Hatta yaşıtlarından daha yaşlı göründüğünü düşünüyor mesleki deformasyon olsa gerek. Bence onu sakalları büyük gösteriyor ama neyse konumuz bu da değil zaten. Bazen öyle işler geliyor ki  sizin işiniz çok güzel diyenlere o işleri gösterip bak güzel mi demek istiyorum. Küçük bir el ilanı düşünün A5 boyutunda.  Bilmeyenler için anlatayim A5 standart A4 dosya kağıdının yarısı kadardır. Bu boyutta bir el ilanının mantığı müşterinin duyurmak istediği kampanyayı, açılışı veya önemli bir değişimi kısa bir kaç cümle, vurucu bir manşet ve özel bir fotoğrafla tamamlayıp gözü yormadan istenilen mesajı tüketiciye aktarmaktır.  (şuan yazının devamını yazmaya deli gibi üşeniyorum üstelik kimse okumayacak düşüncesi de beni yazıdan soğutuyor.) ama gel gör ki bu ufacık el ilanına bir tek müşterinin kısa hayat öyküsünü yazmadığımız kalıyor. Kağıdın her milimetresini birşeylerle doldurmamız isteniyor. Bu tür dar vizyon sahibi insanlarla çalışmak insanı yoran, yıpratan, beynini yediren birşey. İstemediğiniz birşeyi yapmaya zorunlu kaldığınız anlardaki stresinizi düşünün beni bir nebze anlayabilirsiniz. Hof bazen bilgisayarımı kırmak geliyor içimden. Bütün estetik değerlerden uzaklaşıp güzele, iyiye ihanet etmek gibi bir his çörekleniyor insanın üzerine. Bildiğim öğrendiğim eğitimini aldığım herşeyi unutup berbat birşeyler karalamam zorlanıyor. Elbette zamanla insanların bakış açısı değişmeye, konuştukça anlattıkça farklılaşmaya başladı. Dar bir çevrede yaşıyoruz. Ama herkese ulaşmamız mümkün olmuyor elbette. Ofisimize gelen giden insanlara ücretsiz kısa danışmanlık seansları uyguluyoruz diyebilirim. İşin doğrusunu anlatıp duruyoruz. Bu da aslında ekstra bir zaman, enerji ve yıpranma anlamına geliyor ancak birşeylerden memnun değilseniz kendiliğinden düzelmesini, değişmesini bekleyemezsiniz. Umarım bunlarla uğraşıp dururken ömrümüz bitip gitmez. Geç kalmak en kötüsü olurdu sanırım. Grafiker yada tasarımcı olmak demek herşeye estetik açıdan bakmak demek. Kahvaltı tabağına, yol üstündeki tabelalara, çorapların renklerine ne bileyim bulutlara herşeye.. Kimsenin dikkat etmediği detayları görmek, saçma bi içecek kutusunu dakikalarca incelemek, bütün ambalajların en ufak yazılarını bile okumak, film izlerken konuyu kaçırıp çekim hatalarını görmek, efektleri incelemek demek. Yolda yürüyen insanların tshirt yazılarını okumak, incelemek, fontlar hakkında kendi kendine yorumlar yapmak of daha neler neler demek..Düşünsenize sürekli düşünen, inceleyen, merak eden, alternatifleri hayal eden bir beyniniz var. Üstelik bu yazdıklarım anlatamadıklarımın çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Çok yoruucu değil mi? Şimdi bir de sosyal medya çıktı başımıza. Twitter, instagram vs… Zihin çöplüğünde birikenleri tahmin bile edemiyorum..
Şimdilik yazımı sonlandırmalıyım. Sanırım bu konuyu bir yazı dizisi haline getirebilirim. Çünkü daha anlatacak çok fazla şey var bu konuda.. Burada bırakıyorum. Gelicem. Bundan sonra hep gelicem.
 Chao! 
:)



10.06.2014

Sen kendinin aynasısın..

Kalbindeki renk
Gördüklerine düşer.
Aynadaki yüz senindir ve
Gölgen yalnızca seni takip eder.
Basittir hayat,
Baskalari icin ne dilersen,
Kendin yaşarsın sonunda
Yorgunsan soluklan..
Öfkeliysen affet..
Dur, düşün, dinlen..
Ve en önemlisi şükret..


Kitap okurken mutlaka sevdiği cümlelerin altını çizenlerdenim..

Tanıdık yaşamlarda,
gönlümüzü kitaplara açmalarımız..
bizi anlayabilecek o cümlenin altını defalarca karalamalarımız..

Kaçtıkça..

Ruhum, gökyüzünde süzülen
En küçük cüsseli kuşun bedenine sıkıştı.
Özgürlüğün sonsuzluğunda uçuyor,
Bıkmadan usanmadan kanat çırpıyor ama en cok kendime uzanıyor mesafeler..

Ülke, kitle, birey.. Suçlu kim yada suçsuz kimse kaldı mı?

Doğruluk, dürüstlük, adalet ve tum diğer guzel huylar kadar etrafimizdaki insanları ve diğer tum canlıları kırmamak, incitmemekte insan olmanın gerektirdiği davranışlar arasındadır.. Bir yazarın da dediği gibi “Nezaket, ister iskarpin giysin ister çarık, bastığı yeri çamurlamaz.” Dunya malını önemsemek, çıtayı yükseltmeye çalışmak yerine güleryüz göstermeyi, kalp kirmamayi, nezaketli davranmayı deneyin. Bu aslında kendinize duyduğunuz saygıyı temsil eder. 
Karşı goruslerde olmak sizi düşman yapmaz aksine değerlendirme ve farklı açılardan bakma fırsatı sunar. Farklı düşünen tanıdıklarınız oldugu icin şanslı hissetmelisiniz. Elbette tartışmalar her daim saygı çerçevesi içersinde oldukça.. Sabit olmak yada her forma göre şekil değiştirmek yerine yanlışları doğrularla değiştirerek yenilenmeyi secmeli insan. Değişmeyen tek sey degisimdir demiş Herakletios...

Ah zaman cok hoyrat. Insan ne zaman büyüdüğünü bile anlayamıyor.  Daha dun güle oynaya günler geçirirken bugun devlet meseleleri, ülke sorunları yuzunden psikolojimiz bozuldu. Yarınlara umutla bakamaz olduk. Biliyorum bir cok yaşıtım benim gibi ağladı gizli gizli yaşanan acılar yuzunden. Hatta bir cogumuz 20li yaslarda 40inda hissetmeye başladı. Cunku bizden öncekiler üstlerine düşeni hic yapmadı. Yada yapamadı. Cunku onlar da suan bizim yaptığımız gibi hayatlarını idame ettirmek icin baska şeylerle uğraşmak zorundaydı.. Kimin haklı olduğunu kimin acısından empati yaptığımız belirliyor belki de.. Bu acından bakınca da suçlayacak kimseyi bulamıyor insan. Cunku denklem haddinden fazla tuhaf. Bireysel düşünmek icin cok geniş, herkesi düşünmek içinse cok sığ kalıyor fikirler.. 

19.02.2014

aslında

Birini sadece yanından gidip bir başına bırakarak değil onu yargılayarak, iterek, bosvererek, önemsemeyerek, bıkmış gibi davranarakta yalnız bırakabilirsiniz. Ve bu ilkinden cok daha koyu bir yalnızlık olur. Sevgi dilenen birini sevmek kolaydır. Muhtactir ve ne kadar verirsen o kadarına razı olur. sizi zorlayan, yoran birini sevginizle iyileştirmek zordur ama gercek sevgi ölçüsü de aslında budur. Yetinmek değil hakettiğini almak bu bağlamda mutluluğun ufak bir tanımıdır.

Uzun zamandır yazmayan ben, körelmiş cümlelerimle..




Farketmesek bile hayat, bize dayattığı kuralları, ağını etrafa hissettirmeden, göstermeden örüp, duvar diplerine sinsice yerleşerek evimizi paylaşan bir örümcek gibi varlığını içimize sızdırıyor. Rahatsız olmuyoruz çünkü varlığından haberdar değiliz. Değişiyoruz, kabulleniyoruz ve umursamıyoruz. Bağışıklık kazanarak sindiriyoruz. Hayat dediğimde kastettiğim elbette bütüne bakılması gereken bir tabir. Bunun içinde insanlar, yaşam şartları, ticari ve özel ilişkiler, aile ve elbette kendimiz varız.

Düşününce yorulanlar olarak çok çaresiziz biliyorum. Düşünmeden duramayıp ama dünyayı da değiştiremeyenler olarak daha da çaresiz onu da biliyorum. Belki bu noktada farkındalığımızı taze ve uyanık tutmaya çalışmak yapılacak en akıllıca şey olurdu.

Çok garip ki tüm bu düşündüklerimi bugün sıradan bir olaymış gibi yaşanan ufak bir hatanın, aslında benim karakterimin temelini oluşturan değer yargılarımı, önemsizce geçiştirilen olayların zaman içinde ikinci plana attığını, hissettirmeden formlaştırdığını  farkettim. Hani öylesine geçip giden günler aslında öyle masumca geçip gitmiyor aslında. Monotonluğunda boğulduğumuz, her biri diğerinin kopyası olan o sıradan günler, olaylar, yaşanmışlıklar farkındalığımızı alıp götürüyor sessizce..

Durup dinledim sonra.. Rüzgarın sesini, şehrin uğultusunu, arabalar, kornalar, ayak sesleri.. Koşmak hızla koşmak gerekirdi şuan. Rüzgarın anlamını hatırlamak, silkelenmek, canlanmak, hatırlamak için. Yine yetindim sonra. İnsan olmanın gerektirdiği ne kadar klişe fikir varsa sıraladı zihnim. Hak verdim. Çünkü kolay geldi..












7.11.2013

Hayattan Soğumak için çok gencim...

Pembe hayaller çok geçmeden şeffaf bir bulut gibi pufff diye kaybolup gidiyor. Yerine gerçekler çöküyor insanın üzerine..Ne kadar çırpınırsan o kadar çok dibe gitmeye başlıyorsun. Düşünmek mutsuzlukla eşdeğer. Konuşmak, yanlış anlaşılmak ve yargılanmak demek. Heyecanlanmak için evi su basması, ne bileyim düdüklü tencerenin patlaması filan gerekiyor. Herşey çok sıkıcı.. herşey çok saçma.. herşey nefret edilesi.. İnsanlar güvenmek için fazla sahte. Dilekler çok uzak. Çok uzak............................

18.08.2013

Zihin çöplüğünde hep aynı türden atıklar var. Kimse değişmediği için etkileri de aynı kalıyor. Derinlemesine düşününce hayat güzel. Hatta bazen çok güzel. Takılıp kalmalarımız olmasa..

17.11.2012

kendimle


Bir film izlersin. Adam güçlüdür. Adam kararlı. Parayı iter. Gücü iter. Tüm egolarından arınmış adam. Adam bilinçli. Sahip oldukça reddetme lüksüne sahip olmuş adam.
Ben hala iç savaşımda boğuluyorum. Tadına bakmadığım güzel görünümlü renk renk meyveleri reddedemiyorum. Öngörülü davranmaya çalışırken bile içten içe canım çekiyor. Ağzım sulanıyor. Kimbilir tadını bilsem bu kadar istekli olmazdım. Yada deneyimlemiş olsam kendime sınırlar koyabilirim. Yapamıyorum. Çünkü insan doğası buna izin vermiyor. Bilinmeyene giden o çekici yoldan ayaklarımı alıkoyamıyorum.
Yetersizliklerim canımı sıkıyor. Belki de doyumsuz ruhum sürekli kurbanlar isteyen dipsiz bir kuyu gibi. 25 yaş birçok şey için geç bir çok şey için erken biliyorum. Ancak hep geride hissediyorum kendimi. Konular olsun istiyorum çözümünü benden daha engin bir insanla konuşabileceğim. Çıkmazlardan, sonu belli yolllardan bahsedebileceğim. Kitapları aralıyorum beni içine alan sayfalar bulmak umuduyla. İhtiyacım olanı seçemiyorum. Kendimi tanımıyorum belki de. Oturtamadığım fikirlerimin yörüngesizliğinde sürükleniyorum. Taş gibi sağlam ve bütün olmayı henüz beceremiyorum. Dip fikirlerim var ama sığlardaki sorunları bile çözmeyi beceremiyorum. Zamanı planlayamıyorum. Hep geç ve yanlış kalıyorum.