12.06.2014

Ben, tasarım ve zihin hakkında.. veya hiçbirşeyle ilgili..

  •           Eskiden daha çok yazardım. Daha çok okurdum. Bir kaç gün önce izlediğim bir film bana eski günleri hatırlattı. Sevdiğim şeylerden uzaklaştığımı zaman ayırmadığımı farkettim. Elbette bunların başında yazmak geliyor. Bilmiyorum belki edebi bir değeri yok ama eski yazılarımı okuduğumda saçmalıklarım hoşuma gidiyor ve artık o duygu yoğunluğunu yakalayamadığımı görünce biraz içim buruluyor. Sanırım mutlu insan yazamaz cümlesine iyi bir örnek oldum. Aşktan yana şanslı olanlardan olduğuma seviniyorum elbette ama bunu pozitife çevirme konusunda yeteneksiz olabilirim. Belki de mesleki deformasyona uğramışımdır. Çunku eskiden bilgisayarımı defterimi kalemimi özlerdim. Eve koşarak gelip o melankolik müzikleri açardım. Sırf havaya girip birşeyler yazabilmek için. Şimdilerde hep bilgisayar başında olduğumdan olsa gerek hemen kapatıp kaçma hissine kapılıyorum gün bitince.. Herneyse bu beyin fırtınamı sizinle paylaşmasam da olabilirdi belki. Gerçi kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Uzun zamandır blogla ilgilenmiyorum takipçilerim beni çoktan unutmuştur. Yıllardır yazmayarak unutulmayı hakettim biliyorum. Hala lafı uzatıyor olmam sanırım bana Harun'dan bulaştı. Kısacık şeyi bile tüm detaylarıyla öyle bir anlatır ki kısa metrajlı bir film bile çektirebilir insana. Bazen dinlerken boğulacak gibi hissetsem de nazik biri olduğum için sözünü kesmem. Bilmiyorum bazen kestiğim de oluyor sanırım ama neyse ki konu şuan bu değil :) Bu arada Harun sık görüştüğümüz yakın bir arkadaşımız. Şu sıralar Avusturalya'ya gidip kangurularla selfie çekme planları yapıyor ama bana kalırsa gidemeyecek. Başbakan gibi suni gündem yaratıyor yine :) Bunları okusa biraz güler sonra belki trip atabilirdi emin değilim. Neyse.. 
  •        
  •       Yazıya başlarken aklımda mesleğimden bahsetmek vardı. Tasarımdan, reklamdan.. Bazen düşününce dünyadaki pek çok insandan daha çok yalancı olduğumu düşünüyorum. Mükemmel cümleler, harika renklerle çoğu zaman gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan mekanları, yiyecekleri, mobilyaları yada tüketiciye ulaşabilecek aklınza gelen herhangi bir ürünü allayıp pullayıp sahneye çıkarıyorum. Enfes bir kahvaltı.. Muhteşem deniz manazarası.. Kusursuz detaylarıyla sizi saracak o mükemmel elbise.. Aslında hepsi hayal ürünü cümlelerden ve photoshopla kontrastı arttırılmış fotoğraflardan başka birşey değil. Nasıl olmasın ki henüz temeli bile atılmamış bir binayı bile hazırladığımız görseller ve süslemelerle milyarlara sattırabiliyoruz biz.. Hem tuhaf hem eğlenceli hem de yorucu ki bu kaçınılmaz. Çünkü beyinle yapılan her iş bedenle yapılan diğer tüm işlerden çok daha yorucudur diye düşünüyorum. Beyin merkez noktamız olduğu için. Bu cümleme Deniz itiraz edebilir büyük ihtimalle. Çünkü o inşaatta demir bağlama işiyle uğraşıyor. Her zaman ağır ve zahmetli bir iş olduğunu söyler. Hatta yaşıtlarından daha yaşlı göründüğünü düşünüyor mesleki deformasyon olsa gerek. Bence onu sakalları büyük gösteriyor ama neyse konumuz bu da değil zaten. Bazen öyle işler geliyor ki  sizin işiniz çok güzel diyenlere o işleri gösterip bak güzel mi demek istiyorum. Küçük bir el ilanı düşünün A5 boyutunda.  Bilmeyenler için anlatayim A5 standart A4 dosya kağıdının yarısı kadardır. Bu boyutta bir el ilanının mantığı müşterinin duyurmak istediği kampanyayı, açılışı veya önemli bir değişimi kısa bir kaç cümle, vurucu bir manşet ve özel bir fotoğrafla tamamlayıp gözü yormadan istenilen mesajı tüketiciye aktarmaktır.  (şuan yazının devamını yazmaya deli gibi üşeniyorum üstelik kimse okumayacak düşüncesi de beni yazıdan soğutuyor.) ama gel gör ki bu ufacık el ilanına bir tek müşterinin kısa hayat öyküsünü yazmadığımız kalıyor. Kağıdın her milimetresini birşeylerle doldurmamız isteniyor. Bu tür dar vizyon sahibi insanlarla çalışmak insanı yoran, yıpratan, beynini yediren birşey. İstemediğiniz birşeyi yapmaya zorunlu kaldığınız anlardaki stresinizi düşünün beni bir nebze anlayabilirsiniz. Hof bazen bilgisayarımı kırmak geliyor içimden. Bütün estetik değerlerden uzaklaşıp güzele, iyiye ihanet etmek gibi bir his çörekleniyor insanın üzerine. Bildiğim öğrendiğim eğitimini aldığım herşeyi unutup berbat birşeyler karalamam zorlanıyor. Elbette zamanla insanların bakış açısı değişmeye, konuştukça anlattıkça farklılaşmaya başladı. Dar bir çevrede yaşıyoruz. Ama herkese ulaşmamız mümkün olmuyor elbette. Ofisimize gelen giden insanlara ücretsiz kısa danışmanlık seansları uyguluyoruz diyebilirim. İşin doğrusunu anlatıp duruyoruz. Bu da aslında ekstra bir zaman, enerji ve yıpranma anlamına geliyor ancak birşeylerden memnun değilseniz kendiliğinden düzelmesini, değişmesini bekleyemezsiniz. Umarım bunlarla uğraşıp dururken ömrümüz bitip gitmez. Geç kalmak en kötüsü olurdu sanırım. Grafiker yada tasarımcı olmak demek herşeye estetik açıdan bakmak demek. Kahvaltı tabağına, yol üstündeki tabelalara, çorapların renklerine ne bileyim bulutlara herşeye.. Kimsenin dikkat etmediği detayları görmek, saçma bi içecek kutusunu dakikalarca incelemek, bütün ambalajların en ufak yazılarını bile okumak, film izlerken konuyu kaçırıp çekim hatalarını görmek, efektleri incelemek demek. Yolda yürüyen insanların tshirt yazılarını okumak, incelemek, fontlar hakkında kendi kendine yorumlar yapmak of daha neler neler demek..Düşünsenize sürekli düşünen, inceleyen, merak eden, alternatifleri hayal eden bir beyniniz var. Üstelik bu yazdıklarım anlatamadıklarımın çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Çok yoruucu değil mi? Şimdi bir de sosyal medya çıktı başımıza. Twitter, instagram vs… Zihin çöplüğünde birikenleri tahmin bile edemiyorum..
Şimdilik yazımı sonlandırmalıyım. Sanırım bu konuyu bir yazı dizisi haline getirebilirim. Çünkü daha anlatacak çok fazla şey var bu konuda.. Burada bırakıyorum. Gelicem. Bundan sonra hep gelicem.
 Chao! 
:)



Hiç yorum yok: